AŞK FİLMLERİNİN UNUTULMAZ YÖNETMENİ
‘Haşmet Nubar Terziyan'a;
-baba sen ermeni değil miydin ya?
-ha ermeniyim.
-e ne işin var cenazede?
-Napiim cemaat çok azdı ayıp olmasın adama.’
Sözlerini Aysel Gürel’in yazdığı ‘Ben Her Bahar Aşık Olurum’ şarkısı gibi bir etki uyandırır bahar gelişiyle ve mevsimlerin film beğenilerinde etkisi vardır. Benim için bahar mevsimi izlenen filmlerde vazgeçilmeyen yönetmen Yavuz Turgul’dur, onun filmlerindeki karakterlerin samimiyetine , yaşamın darbelerine rağmen insanlığını kaybetmeyişlerine, başarısızlığa karşın umuda, hayal kırıklığına , göz yaşına inancım tamdır. İzlerken onlarla bütünleşirim, onları anlamaktan öte bir şeydir bu . Bu havayı bende ,baharın gelişi ile değişen tatlı – sert bahar akşamlarının atmosferi tamamlar . Yavuz Turgul filmleri zamanıdır; camlar açıktır, dışarıdan hem yaşama , uyanışa , umuda davet eden taze , ılık bir hava evi doldurur, hem de hala ufaktan buradayım diyen bir soğuk. Bu ikisinin ahengini yakalamak çok güzeldir, ömrüm oldukça bu kıymetli anları ‘anı fark ederek yaşamaya çalışacağım der ‘ve filme başlarım. En kıyıda köşede kalan, kıymeti fazla bilinmeyen filmlerindendir Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni. Oradaki hikaye genel hatları ile film sektörüne, insan ilişkilerine, yaşama , ölüme , sevgiye dair çok şey barındırır. Benim yaratmak istediğim karakterlerde olmasını hayal ettiğim pek çok özellik Haşmet Asilkan’ da fazlasıyla mevcut olduğundan özellikle irdelemiş, analiz etmeye çabalamışımdır. Bir karakteri bu şekilde ifade etmenin önemini savunmuşumdur.
En değerli eleştirmenim olan babamla yazdıklarım hakkında tartışırken, karakterlerimin kimliklerine değinirken ısrarla bildiğimi okur, diretirim ;
- Yanılıyorsun Nuri Bey, karakterin güçlü bir profil çizmesi önemli değildir, derinliği, neyi anlattığı, nasıl ifade edildiği önemlidir, derim.
Babam bana 'daha çocuksun 'der gibi gülerek ;
- Eğer bir gün yazdıklarından para kazanmak istersen kim yanılıyor görürsün, der ve ekler ; Burası bir Avrupa ülkesi değil, kimse kişiliklerin zenginliği ile ilgilenmez, başarı hikayeleri caziptir, bu başarılar için kişinin ne kadar çirkinleştiği önemli değildir. Anlatacağın hikayeler bir Şeyh Bedrettin Destanı olmayacağına göre sende ülkende neyin satacağı bilmelisin, yoksa Şener Şen’in şu başarısız yönetmen hikayesine döner işin. Adam kalıbının dışına çıkıp olmadığı biri gibi davranmaya başlar, saçını, sakalını değiştirir, fularını takar, rakı yerine viskiyi koyar, Kerime Nadir kitaplarını Maksim Gorki ve Nazım Hikmet kitapları ile gizler, entelektüel değildir ama öyle görünmek ister. Sonuç hüsran olur, olmasa şaşarım.. O da aynı hatayı yapar çünkü, kitlenin beğenisine burun kıvırır karşılığını hayal kırıklığı ile öder.
Sessizlik. Babamın haklı olduğuna inanmak istemesem de bu küçük sinek mide bulandırır, öyleyse nasıl yazdığın değil, neyi yazdığın mıdır önemli olan? Önem de değil, satacak olan diyelim, bir şey ( özellikle yazın türünde bir şey ) satmayınca değersiz oluyordu değil mi?
Bahar kokusu şifa gibi ciğerlerimi dolduruyor, buna güzel bir kahve eşlik ederken filmin tüm sekansları ayrı anlam kazanıyor; Yeşilçam emektarlarının doksanların başındaki perişanlığı, ağırlıklı olarak yan roller ve figürasyonun ahvali, oyuncular kahvesinde kart oynayan, bir küçük rol bekleyen, beş parasız sanatçılar. Bir zamanlar beyaz perdede arz- ı endam ederken her birinin , filmlerin geçtiği köşkün içinde sonsuza kadar mutlu yaşadığına inanmıştık. Yavuz Turgul ise gerçekteki acı tabloyu çekmeyi tercih etmiş, bize bir şeyi işaret etmişti; zaman ve gerçek kavramlarının yanılgısı ve acımasızlığı.
Haşmet Asilkan (filmin ana karakteri) döneminin önde gelen Aşk Filmleri furyasından kalma demode yönetmenidir. Kendi devrimini yapmak ister, babamın yorumunda olduğu üzere entelektüel bir havaya bürünür; fular, sakal, kitaplar, sol yayınlar, dergiler, bir kasket ve pipo, seksen darbesinde hapis ve işkence masalı da dahil olmak üzere toplum meselelerine duyarlı bir yönetmendir ve artık saçma sapan aşk filmleri yerine önemli meseleler üzerine film çekecektir. Senaryosunu bitirdiğinde ilk vetosunu film yapımcısından yer. Sonra başka bir yapımcıyı ikna edecektir ama maddi sorunlar yakasını bırakmaz. Sonuç elbette hüsrandır fakat bu süreç içinde Haşmet Asilkan’ın müthiş gayretine şahit oluruz.
En sevdiğim sahnelerinden biri ile yazıma başlamıştım; Haşmet’in yakın arkadaşı çekimler sırasında ölür, cenazesinde o kadar az insan vardır ki Nubar Terziyan cenaze namazına katılır, Haşmet’in şaşkınlığı ve sorusu ile Nubar Terziyan’ın cevabı traji – komiktir. İnsanları ayrıştıran her şey yaşam daim olduğu sürece mümkündür, dolayısı ile insan zihninde düşünce var olduğu sürece. Öldüğümüzde ise cenazemizi kimin kaldıracağını bilmeyiz ya da bir Ermeni az cemaatle naaşımızın kalkmasını vicdanen doğru bulmaz ve cemaate katılır. Aynı şeyi bir Müslüman da bir Hristiyan için yapabilir, yani uzun lafın kısası insanları ayrıştıracak şey inanç değil düşüncedir, iyi ya da kötü düşünce, başka bir şey değil.
Haşmet baharın esintisini hissetmedi mi peki , elbette hissetti. Kışın sonu bahardır; film negatifleri ile kendini öldürmeye kalkan Haşmet gelen bir telefon ile özüne yani Aşk Filmlerine dönüşüne dair bir tüyo ile bizlere veda eder, müzik muzipleşir, Haşmet’in yüzünde de ‘ben her bahar aşık olurum’ şarkısını dinlediğimizde olduğu gibi bir ifade belirir. Yaşam eşsiz bir şeydir, bunu herkes farklı deneyimleyecektir. Kuşkusuz benim için bu baharı es geçmeden her akşam üstüyü geceye aynı farkındalık ile uğurlayabilmektir ..
‘Camlarınızı açın ki perdeleriniz tatlı – sert rüzgarla havalansın.. Bir kahve hazırlayın, bir şarkı açın geçmişe , şimdiye ve geleceğe açsın kalbinizi , yaşadığınızın kaçıncı bahar olduğunun bilinciyle, daha kaç bahar yaşayacağınızın meçhulü ile anın güzelliğini tüm hücrelerinizde hissederek..
Şimdiden iyi seyirler dilerim :)
Yorumlar
Yorum Gönder