SEN BU DÜNYANIN SIRLARINA EREMEZSİN

 

 

 ‘ Gönlüm ter gibi çıkıp bedenimden, karıştı varlığın denizlerine..’

Hayyam’ın Rubaileri ile tanışalı bir hayli oluyor. İslam aleminin bu değişik şairi, söylemlerinin tehlikeli olduğu zamanlarda sivrilmekten korkmamış, tanımlamalarını eşsiz edebi yeteneği ile harmanlamış, her dinde olduğu gibi İslamiyet’in de keskin ve dogma olan tartışmaya kapalı dünyasına yalın, felsefik  ve sorgulamaya açık bir bakış açısını getirmiş. Şimdi bol keseden atmak , klavye şövalyeliği yapmak kolay. Mesele o dönemlerde bu söylemleri ortaya atıp arkasında durabilmekti, bunu yapabilen nadir düşünce adamlarından biriydi Hayyam.

Şiirlerinde yaşam, varoluş,  aşk, güzellik kavramları ve Tanrı ile direk kurulan bir diyalog vardır ; sevgiliyi, sevmeyi, sarhoş olmayı, yasakların anlamsızlığını, öbür dünyanın kararsızlığını, insanın günü güzel yaşamasını ve bunu yaparken düşünüp, sorgulayıp, anlayıp , anlatarak ömrünün boşa geçmesini kurtarmasını salık verir insanlara. Zamanının ötesinde bir algıya sahip olduğunu söylemeye gerek yoktur ; onun şiirlerini anlamak, yorumlamak ya da sevmek için edebiyat sever olmak gerekmez, öyle basit bir dil kullanır ki manayı kavramak dışında ne dediğini anlamakta zorlanmazsınız.

Çoğu bendinde at gözlüğü takarak sürüde yol alanlara ve geçtiği yolların sağına, soluna bakmayanlara bir isyan vardır ; asıl olanın fark edilmesini ister Hayyam, bu yüzdendir ki çoğu kez  ‘gafil’ tanımını kullanır; ‘gafil dedi, bizde sandığın Tanrı sende..!’  ‘Kendine bak, ‘sen’i tanı, insanı anla ve sev ‘gibi direktifleri vardır, herkesin belli zamanlarda düşündüğü yaradılış sorgusunu aklında hatmedip kelimelere en şiirsel şekliyle dökmüştür. Bizlerin düşünmekten dahi korktuğu soruları aklına sormakla yetinmemiş, tüm bilinmeyenlere bir cevap vermiş, bunu da dönemiyle kıyaslarsak cesurca paylaşmaktan çekinmemişti. Cesurdu, ondan bir iki yüzyıl önce Hallac- ı Mansur ‘Enel Hak’ deyip , sözünden dönmediği için korkunç bir şekilde öldürülmüştü. ‘Ben Hak’kım diyen bu adamın ne demek istediği, Tasavvufta ve Dervişlikte geçirdikleri aşamalar ile benlik algısını yitirip , Hak ile bütünleştikleri, bu gibi müstesna insanlarda Dervişanlık derecelerinde ilerleyip artık sıradan insanlardaki göz perdesinin kalktığı ve aleme başka bir mana ile baktıkları yok sayılmıştı. Onlar ki nefslerini çürüterek bedenin tüm arzu ve gereksinimlerine sırt dönerler, Hak ‘a ulaşmanın meşakkatli ve uzun yolunda artık oldukları kişi olmazlar, başkalaşırlar. Fakat yaşamdaki ön yargılar her şeyden üstündür, böyle bir adam dahi ‘dinsizlikle’ suçlanarak öldürülür. Böyle dönemlerin peşi sıra Hayyam’ın tavrı bu nedenle fazla radikal ve cesurdur.

Kim sevmez ki akarsuya karşı duran, deryada bir damla iken ‘ben ki o deryadan damlayım, öyleyse ona yön vermek benim hakkım’ diyerek o benlikten, onca küçücük bir zerreden kocaman bir çığ yaratan insanları. Bence Hayyam böyle bir adamdı. Onu kategorize etmek güç geliyor bana, zira matematik ve astronomi dehası da, felsefi yönü de vardır şairliği yanında. Şimdilerde üç beş şiirini okuyup da ‘ne sağlam sarhoşmuş be’ diyen cahillere gülüyorum. Evet sağlam özelliklerinin yanı sıra sağlam da bir sarhoştu kendisi, sarhoşluğa güzellemeler yazmasından bunu anlamak pek güç olmasa gerek. Ama içki var olduğundan beridir nice insan sarhoşluğu sevmiştir kimbilir, böyle müstesna insanlar kaç tane çıkmıştır aralarından bir düşünmek gerek.  Eğer Hayyam’ın kusuru içmesi ve bunu sevmesi ise, her güzelin bir kusuru vardır diyelim, bu da onun kusuru olsun.

‘Benim varlığım senin yaptığın bir nakış,

Türlü garip renklerini hep senden almış,

Kendimi düzeltmeye nasıl varsın elim ?

Senden güzelini yapmak bana mı kalmış ?’

Bu satırlara dikkat ettiğimizde aslında onun da Hakk’a teslimiyetini görürüz. Birçok incelemede buna benzer anektodlar buluruz. Satırların arasında gezdikçe bazen isyan , bazen kabulleniş çıkar karşımıza. Hırçınlıkla dolu tepkisi bir bakarsınız yumuşak bir sevda sözüne dönüşür, sevmeyi yüceltir, kalbin Hakk’a varışının ilk adımının Aşk’tan bitap düşmüş bir yürek ile başladığını bilir. Bu değişmez kaideyi kim inkar edebilir ?

‘El yanmasına benzemez yürek yanması,

Bir defaya mahsustur akıllının kanması’

Bunca yoğun hissiyat aldanmadan olmaz elbet, bir bakarsınız ki Hayyam’da Aşk deryasından geçerken yanılgılar durağından geçmiş, canı yanmıştır. Bunca üstün vasfı onu dünyanın en kadim geleneği olan aşkın kör bakan gözünden kurtarmamıştır. Ama gururludur, ‘aldandım ama bir daha olmayacak’ diyerek başını dik tutar.

Günümüzde içki sofralarında mutlaka klişe bir şiirinden dem vuran ve bu sayede bir nebze entelektüel olan güruha bakınca gülesim geliyor. Hayyam’ın da bu şekilde popüler kültürün bir parçası olması,  21. Yüzyılda insanların bilim, sanat ya da edebiyata artık ihtiyaç kalmamış gibi hayatını sürdürmesi ve önem arz eden kişilerin ayağa düşmesi, yanlış anlaşılması ya da hiç anlaşılmaması, toplumun son elli yılda nasıl yozlaştığının basit bir imaresidir. Bazı kimseler abarttığımı düşünebilir, ama 68 kuşağından ve  gün görmüş bir adamın kızı olarak diyebilirim ki bugün yetmiş beş yaşındaki babam hala bazı şair ve düşünce adamlarından hürmet ile bahseder ve basit tanımlamalarla onları eleştirdiğinizde sizi terbiyeye davet eder. Onların toplumun aynası ve ‘ileriyi gören, isabetli analizler yapan ve bunu insanlara aktarmak gibi meşakkatli bir yolu seçerek kendini heba eden ender insanlar’ olduğunu savunur. Hal böyle olunca bizler , bizden öncekiler ne dediler, ne yaptılar umursamak , merak edip okumak şöyle dursun, en azından gerekli hürmeti onlara gösterebiliriz. Yani Hayyam gibi bir adama ‘ayyaşın biri’ demeden önce bir aynaya baksak fena etmeyiz. Acaba aksimizde ne gibi çirkinlikler göreceğiz ?

‘Sen bu dünyanın sırlarına eremezsin’ derken demek istediği de bu insanlardı diye düşünürüm bazen.

‘Sen bu dünyanın sırlarına eremezsin,

Erenlerin dilini de söktüremezsin,

İyisi mi iç şarabı, cennet et bu dünyayı,

Öbür cennete ya girer, ya giremezsin.’

Yorumlar

Popüler Yayınlar