BİRGÜN..
‘Düşünce sadece insanda yok kızım, canlıların çoğunda var, anlamış olman lazım onca kedi – köpeğimiz, kuşumuz oldu ; onlar da ihtiyaçlarını, sevgilerini ve kızgınlıklarını aktarıyorlar ve bir nevi düşünce ifade ediyorlar. Bizdeki fark ne biliyor musun ? Düşüncemiz biz kadavra olunca bitmiyor. Bilincimiz ve duygularımız cisimde değil, ruhtadır.’
Ne zaman söyledin bunu hatırlamıyorum, o kadar çok konuştuk ki, patates – soğandan tut da memleketin ahvalinden, dünyanın çilesinden, insanın gerçeğinden, inançtan, sevgiden, ille de hoşgörüden.
Sana benziyormuşum boydan postan huyuma suyuma kadar. Yanlış bu. Senin kalbinin zenginliğine ben vakıf olamadım. Tahammül, tevekkül, yaratılanı yaradandan sebep sevmek, her insanın içinde bir cevher olduğunu söylemek, ‘çünkü onlar yaratıcıdan bir parçadır’ diyerek anlamak için çaba göstermek. Bu kadar sabırlı olamadım hiçbir zaman. Ama seni dinlerken hep huzur buldum, ne yalan söyleyeyim birazcık da kıskanırdım ‘bu nasıl bir insandır’ diye. Seni tanımlayan tek şey düşünce ve duyguydu. Hırs, nefret, kıskançlık, riya, haset gibi insan mayasında hep var olan habis huyları hiç görmedim sende. Yaşamak, düşünmek, anlamak ve sevmek üzerine tüm eylemlerini gururla izledim. Seni takip ettim, seni benimsedim, seni hayatta kimseye duymadığım bir aşkla sevdim. Sen de bunca insan arasında beni seçtin sevmek için. Anlatmak, değiştirmek, iyileştirmek için. Ben bu sayede ayakta kalacak gücü her zaman buldum.
Şimdi elbette yıkıldım, elbette anlamsız, saçma, boş bir alan burası. Elbette içim yanıyor mütemadiyen. Bir yalan da ölenlerin ardında sevdiklerinin içinde kırk mum yanar ve her gün biri söner, biri sonsuza dek onunla yaşar masalı. Yalan bu baba, içimde yanan mumları sayamadım, sönecek gibi değiller. İçten içe eridikçe kendinden tekrar var olan bir ateş. Tekrar ve tekrar başa sarıyorum onlarla. Böyle olması beni acıtsa da diyorum ki kendime ‘ bu sonsuz acı senin, sen onun biricik kızısın’ .
Sanki bilmiyormuşum gibi herkesten sendeki beni dinlemek zorunda kaldım, sen gidince hepsi başıma üşüştüler ; ‘ haberi duyunca aklımıza ilk sen geldin, hep seni anlattı, hep senden bahsetti’ dediler. Ne anlattın onlara Baba, Babasının kızı mı dedin, bana benziyor mu dedin, benimle gurur mu duydun hep? Bir kez kızmak, eleştirmek geçmedi mi içinden?
Annem onunla son konuşmanızda son cümlende beni sorduğunu söyledi, ‘Konuştun mu benden sonra, iyi miymiş, bir şey dedi mi ? ‘ Halbuki son akşamımızda seninle konuşmuştuk, sigarayı bıraktığımı, ilk günün güzel geçtiğini, yılbaşından sonra biraz yorgun ama iyi olduğumu söylemiştim sana, kapatırken ‘sonra görüşürüz , seni seviyorum’ demiştim. Hiçbir zaman sevdiğimizi söylemediğimiz bir konuşmamız olmadı çünkü. Bir – iki saat sonra yine sordun ‘konuştun mu , iyi miymiş?’ , bu bir rutinmiş, her gün konuşmamız dışında anneme beni sormadığın bir gün yokmuş. Ben senin için başka bir varlıkmışım, hep sorduğun, merak ettiğin, endişe ettiğin ve sonsuz sevdiğin bir kız çocuğu. Lafa hep ‘çocuk’ diye başlayıp, her bahsettiğinde tebessümle anlattığın. O kadar çok bahsettiler ki bundan ‘yeter’ dedim, bunu bilmeme gerek yok, bir onaya ihtiyaç yok, ben hissettiğim ve hissettirdiğim duyguyu bilirim ancak. Kelimeler bunları ifade etmekte hep aciz kalacaklar. Kelimeler sana olan duygularımı anlatmakta hep aciz kalacaklar.
Tüm gereklilikleri tamamlayıp döndüm, sen hep burada olduğum yerde olmamı istiyordun. Bu kadar çok istemeseydin bunu şimdiye kadar çoktan gitmiş olurdum, şimdiye kadar durduğum alanda durma nedenim sendin. Geri döndüğümde ‘ne yapacaksın şimdi dedim, artık yok, onun kelimelerinden, onun anlayışından, merhametinden yoksunsun, ne yapacaksın şimdi ?’
Senin istediğin gibi olmasına karar verdim Baba. Senin ne söyleyeceğini biliyorum, ne yapmam , ne yapmamam gerektiğini, nasıl güçlü olunacağını, gücünü asla başkasına kullanmamayı, vicdanı rahatsız eden her şeyden kaçınmam gerektiğini, vicdanın insanın içindeki Tanrı olduğunu, bu nedenle yargısından korkmak gerektiğini, yaşamayı ama güzel yaşamayı, nefse esir olmadan ve ona eziyet etmeden yaşamayı, severken cömert olmak gerektiğini, insanlarla kalmayıp cümle tabiatı ve içindekileri sevmeyi, bunu yaparken zarar görebileceğimi ve değer verdiğim kim olursa olsun , eğer beni incitirse ikinci şansı vermeden önce ayırdı onun vicdan sahibi olup olmadığına göre yapmam gerektiği. Vicdanı sağır insanlardan sonsuza kadar uzak durmamı salık verdin daima.
Biliyorum Baba, bana her şeyi öğrettin sen. Bu saatten sonra edineceklerim ancak bu temelin üzerine şekillenecek, temel değişmez artık. O çok sağlam bir alan, çünkü onu sen yaptın.
Gittiğinden beri rüyamda seni bekledim. Derken dört gün önce rüyamda bana defalarca anlattığın İstanbul’daydım. Galata Kulesinin hemen önünde hayranlıkla bakıyordum, birden kulenin yavaş ama azametli devrilişini izledim. Hayretle ‘Aman Allah’ım, koskoca Galata Kulesi devrildi gözümün önünde’ dedim, ‘tarih yok oldu’.
Artık Tanrı’ya soracağım bir şey kalmadı. Bir kule kadar sağlam, Galata Kulesi kadar hikayesi olan , onun kadar güçlü, onun kadar güzel ve anlamlı olan birini kaybettim ben. Başkaca izaha gerek yok.
Seni şimdiden özledim, anlattığın sayısız hikaye, anı aklımda dönüp dönüp beni vuruyor. Güldüklerimiz aklıma geldikçe ağlıyorum, sevdiğin şeyleri gördükçe ve sana olan özlemimin hiçbir çaresi olmadığını idrak ettikçe. Sana seni sevdiğimi söyleme saadetinden yoksunum artık. Bu acıyı iyi ki sen tatmadın, sen değil ben ölseydim önce sen yaşayamazdın, ama bak ben yaşıyorum, uyuyup uyanıyorum, yemek yiyorum, çalışıyorum, bazen bütün bunların oluşuna hayret ediyorum ama oluyor. En korktuğum şeyle beni baş başa bıraktın, bunun izahını dahi sana soracaktım ilk gün, Baba, ne yapılır bu acıyla anlat bana diye. Sordum, cevap vermedin.
Her gün beni aramadığın gün olarak geçiyor artık. Bugün beni aramadığın yirmi ikinci gün. Zamanın geçişi artık beni dehşete düşürmüyor, hızına seviniyorum. Çünkü ruhumun kavuşmakla huzur bulacağı ruha her gün bir gün daha yaklaşmış oluyorum. Sana bugün yirmi iki gün daha yaklaştım, ne zaman bilmiyorum ama elbet bir gün kavuşacağız.
Mevlana’nın az bilinen bir sözü geliyor aklıma ;
‘Doğrunun ve yalnışın ötesinde bir yer var, seninle orada buluşacağız. ‘
Buradaki atıf bilmem ki kimedir ? Bir sevgili mi, bir dost mu, yoksa Yaradan’a mı ? Bilmiyorum.
Ben sana atfetmeyi seçtim, seninle tüm kavramların ötesindeki alanda buluşacağız bir gün..
O gün gelene kadar 'ruhun lambası' dediğin gözlerini bir resminle, sesini bir kayıt ile baş ucuma koydum. Hep çok beğendiğimiz, inceden alayını da ettiğimiz 'Hasretinle yandı gönlüm' şarkısını henüz dinleyemedim. Buna daha çok zaman gerek.
Canımın parçası, canından bir parça olduğum.
Seni kainatın bizi içine aldığı bu bütünden büyük, sonsuz seviyorum, senin deyişinle 'Dünyalar Kadar..!'
Yorumlar
Yorum Gönder