BÜYÜKLERE MASALLAR..

 

Şimdi ‘ yıl olmuş 2020 , masal mı kaldı demode kız ‘sözünü duyar gibi oldum, ben eski kafalıyım biraz, masallara meylim vardı eskiden, oradan alışkanlık olacak.. Aslında dinlediğim zamanlarda bile kırmızı başlıklı kızın kurttan daha kurt hale gelmiş olması beni hiç ilgilendirmemişti. Babam sağ olsun,  anlatmıştı her gün bir masal, bir hikâye, bende dinlemiş ve inanmıştım.

Ama vakit o vakit değildi artık. Masallar şekil değiştirmişti; kırmızı başlıklı kız babaannesinin boğazına çöken, emekli maaşına kadar gözünü diken aç gözlü bir pislikti. Kurdu da postu için avcılara ihbar edip ortadan kaldırmıştı.

Rapunzel ‘in uzun saçları prens kuleye tırmansın diye değildi, prens zaten kuleye tünel kazmıştı ve gidip geliyordu. Mesele Rapunzel’in uzun saç sevdasıydı, onu da prens istediği için bir hışımla kesivermiş, yolunmuş kaza dönmüştü.

Külkedisi bu ikisinden de çakal bir tipti, herkesi alt edip, prensi tavlama amacı ile mazlumu oynayan şıllığın tekiydi;  bir elinde süpürge, bir elinde toz bezi kendini acındırıp pirim yapmış, ayakkabıyı sırf prens onu bulsun diye özellikle atıp kaçmış, prensle evlenince kendini vakıf başkanlığı, çay partileri ve güzellik merkezlerine adayıp, halktan kimseyi sallamamıştı.

Pamuk Prenses’in de bunlardan arda kalır yanı yoktu, Kraliçe ile arası bozulunca masraflarını yıkacak zavallı cüceleri bulmuş, cüceler de bu güzel kızın kalbinin de güzel olduğunu sanarak yardım etmek için iki işte birden çalışıp masraflara yetişmeye çalışmıştı. Pamuk Prenses bu kolay mı, uyuduğu çarşafları dahi ipekten ister, kaz tüyü yastıktan başka yastık kullanmazmış. Prens bunu bulur bulmaz cücelere ‘hadi eyvallah’ diyip basıp gitmiş haliyle. Buraya kadar kabul edilebilir belki ama prensin topraklarında kentsel dönüşüm hareketi başlayınca bizim Pamuk ilk olarak yedi cücelerin eve gözünü dikmiş ve cüceleri kış – kıyamet demeden üç kuruş para ile evlerinden etmiş. Kendisi akciğer, kocası da pankreas kanserinden sürüm sürüm sürünerek ölmüşler ama iyi yaşamışlar Allah için. Yazları ayrı, kışları ayrı malikânelerde bir eli yağda, bir eli balda. Keyifleri yok Kral’da hesabı.

İşte masallarda durum buymuş dostlar, sevgili babam şu boktan dünyayı güzel tanıtmak için elinden ne geldiyse yapmış benim için ama gelin görün ki dünyayı ucundan kıyısından gördüğümde ‘bu ne be’ demekten kendimi alıkoyamadım.

İnsanların her türlü rezilliğe teşne olup zerre utanmadığını, vicdan azabı duymadığını gördüm. Çıkarı için, para için, statü için yapmadıkları şaklabanlık kalmadığına şahit oldum. Sabrın selametinin, namusun faziletinin, gerçeğin ve dürüstlüğün azametinin yerle bir olduğunu, dönemin çakallarla aşağılıkların dönemi olduğunu anladım. Bir unutulmuş kara parçası gibi kendimi ayırdım dünyadan; kendimi kendime bile kapattım, iç sesimi duymaz oldum. Dünya benden ayrı dönsün, varsın dışında kalayım çemberin.  Varsın inandığım tüm masallara da pislik bulaşmış olsun, artık ne canım acır, ne kalbim sızlar, ne de bir damla kanım akar. Giden masalların güzelliği ve gelecek güzel günlere inancım olsun, fark etmez, hayatı olduğu gibi yaşamak zorundayız, değil mi?

İnancını yitirmekten kötü ne olabilir hayatta, ne olabilir çok düşündüm bunun üzerine, yok galiba böyle bir şey. En kötüsü budur hayatta, başkaca bir şey yoktur.

Babama anlattım geçenlerde bir masal, ‘yıllar içinde rolleri değiştirdik’ dedi ve dinledi. Bazen söylemek istediklerimi hikâye haline getirip bir kurgu gibi sunmak hoşuma gider, kolay olur anlatmak derdini bir kurgu ise eğer, gerçek olduğunu karşındaki bilmez nasılsa.

-          Hazır mısın, sana anlamsız bir masal anlatacağım baba..

-          Hazırım kara ceylan.

-          Peki J

‘Bir varmış bir yokmuş, Tanrı’nın mahlûkları tahıl kadar çokmuş. Bir kız varmış, masalların gerçek olmadığını bildiği halde babasından dinlediği için çok sevip, inanırmış. Bu kıza sorsan hayatta her şey pamuk şekerin renginde yapılmış, herkesi iyi, mutlu ve sevgi dolu sanırmış.

Önce dünyayı görmeye heves edip, insanlara karışmış. Karıştığı insanlarda onu mutlu eden de olmuş, illallah dedirten de. Bir vakit sonra kız anlamış ki yaşamın rengi koyu bir siyahmış,  bu rengi açmanın tek yolu inanmamak ve güvenmemekle kabilmiş, oda inancını ve güvenini kaybetmeyi peşinen kabul etmiş.

 

-          Sonra?

-          Sonra mı, işte anlamsız dedim ya Baba, bana anlattığın onca güzel masalın intikamı bu. Gerçek bu kadar anlamsız çünkü.

-          Gerçek anlamsız değil, senin kalbin kırılmış.

-          Yok yahu, masal bu. Yazdığım bir yerden alıntı yaptım, beğenmedin mi?

-          Beğenmedim, fazla melankolik bu. Yazma böyle umutsuz şeyler.

-          Peki J

‘Noldu babacık, üç beş cümlelik masala bile tahammül edemedin ‘ diyecektim az daha tuttum kendimi, o kadar uzun boylu değil, böyle düşündüğümü bilmemeli. Hala anlattığı masallara inanan, hala ufak tefek, hala lambaderin ışığında kitap okurken onu dakikalarca izleyip taklidini yapan kızı olduğumu sansın. Onun güzel canı hep sağ olsun. Olan bir zamanlar çok sevdiğimiz masallarımıza olsun. Artık gerçeğini bildiğimiz yalan dolan masallarımıza. 

21.10.2020 


Yorumlar

Popüler Yayınlar