ELİA KAZAN’A TARAFSIZ BAKABİLMEK
Yıl 1952. New York’da Kayserili bir Rum; öyle ki Actors
Studio ‘yu kurmuş, rüştünü ispat etmiş bir tiyatro ve film yönetmeni, aynı
zamanda senarist ve yazar Elia Kazan hayatının kararını vermek üzere. Karar
arkadaşlarına ihanet. Komünist Parti’ye üye olan arkadaşlarını ihbar etme
yönünde verdiği karar yaşamını ikiye bölmekteki en önemli adımı. Kendince doğru
bildiği ya da doğru olduğuna inandığı bu hamle sonrasında yaşamında hiçbir şey
öncesinde olduğu gibi olmayacak, kendisi de dahil.
Verdiği ifade sonrasında meslektaşı da olan arkadaşlarının
çoğu sektörden aforoz edilirken Elia’nın kariyeri daha da parlıyor, dünyaca
ünlü bir yönetmen olmakla kalmıyor, bugün de otorite kabul edilen teknikleri
ile sayılı isimler arasında gösteriliyor. John Steinbeck gibi Nobel ödüllü
yazarla senaryo yazıyor, filmleri birçok dalda Oscar’a aday gösteriliyor,
kendisi üç kez Oscar ödülü kazanıyor, sonuncusu ‘Yaşam Boyu Başarı’ ödülü.
Tüm bunların öncesinde de kariyeri parlak bir sanatçıyken, neden
meslektaşlarını ve kendisinin de bir zamanlar üyesi olduğu Komünist Partiye üye
arkadaşlarını ihbar ettiğini insan düşünmeden edemiyor. Onun adı başarı ve
ihanetle hem taçlandırılmış hem de lanete uğramış bir isim. Peki Elia Kazan
gibi bir adamı tarafsızca ele alabilmek eyleminden 73 yıl sonra artık mümkün mü
?
Bugün yaygın bir tabir olarak yaşamımızda pek rahat kullandığımız ve hak verdiğimiz bir kavram var ; Politik olmak. Birçok sevimsiz tavır, riyakar düşünce politik olma kisvesine girince kabul görür oluyor. Bu tabirin en kolay anlaşılır açıklaması şudur ; ‘Bize uymayan ve aslında hoşnut olmadığımız bir takım gereklilikleri sırf çıkarlarımıza zeval gelmesin diye aslında bizce de uygunmuş gibi karşılamak. ‘ Ve günümüzde sosyal yaşamdan iş hayatımıza kadar her yerde ‘politik olmak’ durumunda kaldığımız, gerçek fikirlerimizi paylaşmadığımız, paylaşırsak sıkıntıya düşeceğimiz gerçeğini idrak ettiğimiz için kendimizi dürüstçe ifade etmediğimiz çokça durumla karşılaşıyoruz. Ve bu tavrın ‘çıkar koruma’ noktasında etik olduğunu savunabiliyoruz ; ‘ne yapsın, işine zarar mı gelsin, arkadaşı ona mı kırılsın, dostluk mu zedelensin, kardeşlik mi bozulsun, bu devirde biraz politik olmak lazım..’ Bu cümleleri çokça duymuşsunuzdur. Bende epey duydum, kendimi politik bir insan olarak tanımlayabilirim. Siyasi olarak apolitik ama yaşamda politik bir insan. Öyle olmak zorundayım çünkü eleştirmek doğamda var, mükemmeliyetçiyim, sivri dilliyim, lafı dolandırmadan konuşursam incitirim, bazen düşüncelerim fazla şiddetli olur, bunu kelimelere istediğim şekilde dökmekte maharetliyim. Üzmek istersem layıkıyla üzerim, güzel sözler söylemek istersem bunu da layıkıyla yaparım. Hal böyle olunca politik olmak zorundayım, insanları sürekli kırmak ve ya sürekli şımartmak beşer ilişkiler açısından sıkıntı yaratır.
Kendimden ve yapımdan yola çıkarak düşündüğümde Elia Kazan’ı sevmek demeyelim de anlamak mümkün. Anlıyorum çünkü onun dönemi ve konumunda bugün içinde bulunduğumuz çıkar kavgalarından çok daha büyük savaşlar vardı, bir gecede kahraman olabilirdiniz, bir gecede hain, bir gecede yıldızınız parlayabilirdi ya da bir gecede parlayan yıldızınız sönebilirdi. Dengenin çok daha hassas ve zor olduğu koşullarda dengeyi kaybetme tehlikesi nedir bilir miyiz, bunu kaçımız açık gönüllükle yanıtlayabilir ? İnsan doğası gereği birazda doğal seçilime yatkındır, güçlü olan hayatta kalır, zayıf olan ölür. Bu mecazi bir tanımda da geçerlidir, güçlü olan kazanır, zayıf olan kaybeder. Güzel olan çirkin olandan baskındır, akıllı olan aptaldan. Zengin olan fakirden. Genç olan yaşlıdan..
Başarılı olma arzumuzu sorgular mısınız hiç ? Neden başarılı olmak isteriz, neden varlığımıza varlık katmak, neden yaş alırken yaşlanmamak isteriz, güzelliğimizi korumaya çalışmak, zirveye çıkmak ama düşmemeye çalışmak. İşte Elia’nın kırılma noktasının bu olduğunu düşünüyorum; tam da dengesinin bozulduğunu ve zirvesinden düşme korkusunun yaşamında diğer her şeyden daha baskın olduğu bir anda ihanet pahasına muhbirliği seçti. Bu ihanet ona tekrar denge sunacaktı çünkü ; kaybetmekten korktuğu şeyleri garanti eden bir alış veriş. ‘ Birkaç isim ve bilgi ver, kariyerini ve varlığını koru.’
Yaptı. Hollywood’un tepkilerine, muhbir damgasına, nefrete,
aşağılanmaya, hainlik yaftasına rağmen yıllar sonraki röportajlarında bile ;
doğru bildiğim şeyi yaptım, bunun için özür dilemem, pişman da değilim’ dedi.
Charlie Chaplin’in Amerika’dan kaçmasına neden olacak kadar,
meslektaşlarının dostlarının işsiz kalmasına, fişlenmesine, hayatlarının alt
üst olmasına sebep olacak kadar güçlü bir ihbar Elia’yı mutsuz etmemişti, tam
tersine ‘ asıl bu dönüşümden sonra kendimi buldum’ diyecekti.
Bazıları hatta çoğunluk için Elia korkunç bir adamdı.
73 yıl sonra bugüne bakıp bu Kayserili uyanık Rum’u anlamaya
çalıştım. Henüz dört yaşındayken Anadolu’dan Selanik’e , Selanik’ten New York’a
uzanan bir yaşam. Annesinin asimile olmasını istediği, babasının asla
kimliğinden ödün vermek istemediği iki zıt kutupta eritilmiş bir karakter. Epey
akıllı, gözlem ve yazım yeteneği kusursuz. İkna kabiliyeti yüksek. Eline
geçirdiği imkanları, şöhreti, başarıyı, maddiyatı fazlaca sahiplenip bunların
elinden alınmasıyla yerle bir olacağını düşünmesi ve yaptığı hata bugün bana
maalesef çok doğal geliyor. Hatta içinde bulunduğumuz döneme bakınca Elia
Kazan’ın masum kalacağı bir gidişatta hayatta kalmaya, var olmaya, başarı
sağlamaya ve başarıyı sürdürmeye çabalarken Elia’dan daha korkunç insanlarla
karşılaşıyoruz. Onun sahip olduğu ve kaybından korktuğu doneler azımsanacak
gibi değildi, bugün üç kuruşluk rantı için Elia’nın yaptığı muhbirliğin on
mislini yapacak insan kaynıyor her yerde. Ve
aslında tüm insanlık mayasında var olan şu garabet dürtüsüyle uğraşıyor
; kaybetme korkusu. Maddi ya da manevi fark etmez, hepimiz ışığa uçan haşereler
gibi aynı noktada birleşiyoruz. Var olmaktan, sahip olmaktan, daha fazlasını
ummaktan vazgeçmemek.
'Elia Kazan'
En çok nefret edilen ve meşhur hainlerden biri.
Kayserili bir Rum.
New Yorklu bir Amerikalı.
Anadolulu bir işgüzar, bir köylü kurnazı.
Hollywood’lu bir otorite.
Ama galiba en önemlisi ;
Tüm zamanların en iyi yönetmenlerinden biri..
Yorumlar
Yorum Gönder