ESKİYE ÖVGÜ


Çocukken yaşımın, dönemimin çok ötesinde filmler izlemişim. Öyle ki yirmi yıldan fazlaca bir zaman dilimini devirmiş olmama rağmen ; araya acı tatlı sürüyle film girmiş, köprünün altından çok sular akmış ve artık sinemaya dair cast ve teknikten anlar olmuşuz, fakat hala o yıllarda izlediğim filmlerin büyüsünü yakalayamam.
Doksan dört - doksan beş yıllarında - ben yedi yaşlarındayım- televizyonda henüz şimdiki asimilasyon , kültür dejenerasyonu başlamamıştı. Anımsadığım programlar çok kaliteli , dopdolu olmamakla beraber şimdiki boş ve ahlaksız - elbette arka planda müthiş! bir beyin takımıyla mükemmel bir tasarımla itinayla hazırlanan programlar = düşünmeyen , yargılamayan , merak etmeyen, onlarca şehit haberini gölgeleyerek , rengarenk, ucuz yaşamları bize pazarlayan , amacına cuk oturmuş, bizi on ikiden vurmuş- yayınlarla uzaktan yakından alakası yoktu.
Seçenekler ve kanallar çok sınırlıydı ; birkaç yılını devirebilmiş , daha fazla eğlence vaadeden bir - iki özel kanal. (bknz. star, show tv ve sonradan kanal d) Ve milli , devlet kanalımız Trt. Ben bu üç - dört kanal arası geçişi sağlayan evin en küçük ferdi ; abilerim odalarında oturmayı tercih ederken , her daim annemle babama televizyon odasında parazit olmayı tercih ettim. Onların izlediği programları haklı olarak sıkıcı bulduğumdan, hevesle , uykusuzlukla ve hatta inatla televizyonun bana kalmasını beklerdim. Kahve, meyve ,servis işleri ve de 'uzaktan kumanda' sözü sadece uzay yolu dizisinde kullanılan bir terimken, ev ahalisi kanaldan sıkılınca kalkıp değiştirecek ayakçı kişi de bendim.
Asla yılmadım. Onlardan arda kalan zamanlarda televizyon bana , kendim için eşsiz bir yeteneğe evrilecek bir kapı aralayacaktı. Bu sayede hayal gücüm, merak duygum ve okuma -yazma yetim başka bir anlam kazanacaktı.
Trt 2 tam zamanını bilmemekle beraber sonradan açılan güzel bir alternatif oldu. Çoğunlukla belgesel, haber ve güncel konuların gündeminde olduğu bir yayın akışı vardı, tek bir farkla ; Dünya sineması kuşağı..
Her pazar 22.00 'da çoğunlukla edebiyat uyarlamalarının ağırlıkta olduğu bir sinema yayınıydı bu. Benim hayatımın akışına yön veren birşey olduğunu yadsıyamam, nitekim öyle.
Gözde edebiyat eserlerinin görsel şöleni ya da biyografik filmler. Bu dünya benim içinde kaybolduğum ve gözlerimi kapatınca başka bir dünya kurulabildiğinin anahtarı oldu.Bir filmde buzdolabını icad eden adamın bunu domates- biberleri uzun süre saklayabilmekten ziyade hastalıkların tedavisi , ilaçların uzun süre saklanabilmesi için geliştirildiğini öğreniyordum. Bir filmde Charlie Chaplin denen adamın çokça acı çektiği , dipten zirveye tırmandığı hayatını. Bir başka filmde Anna Pavlova isimli ünlü bale sanatçısının dramını. Bir diğerinde Hitler isimli diktatör , ruh hastası adamı..
Hayran olmakla beraber aklım çokça karışıyordu. Aklım karıştıkça toparlamak için bilgi almam gerekiyordu. Annem sorularımdan bezip , kızınca diğer yetkili mercii babama danıştım ve yılların ittifakı başlamış oldu ; babam alışılagelmiş insanlardan biraz farklı, düşünsel olarak biraz sıradışı bir adamdır. Sorduğum ve bildiği ne varsa yanıtladı sabırla. Bilmediği yerde uğraşmaktan sıkıldığı bir anda beni ansiklopediyle tanıştırdı.Ne garip ansiklopedi kavramını öğretmenimden değil babamdan öğrenmiştim.A'dan z'ye ne arıyorsam harfine göre aramam gerektiğini - o zamanlar internet uzay yolunda bile duyulmuş şey değildi-anlattı. Ve yeni bir dünya da bu şekilde açılıverdi önüme.
Ne duysam, ne görsem , neyi merak etsem a'dan z'ye danışabileceğim bir külliyat. Muhtemelen gazetelerden kuponla alınmış birkaç farklı grup vardı elimizde. Oldukça ağırdılar cüsseme göre, kokuları vardı kendilerine has ; bir miktar tozla karışık olsa da okurken koklardım onları.
Bugün otuz yaşındayım ; ansiklopediye birşeyler sormayalı uzun zaman oluyor, ne merak etsek parmaklarımızın ucunda, ne büyük nimet..! Eskiye göre daha çok şey bildiğimiz, bilebildiğimiz apaçık bir gerçek.
Sinema artık çok başka görselliğin ve hikayelerin peşinde. Çoğunlukla efekt mucizesine dayanan, eski filmlerden pahalı ama içeriği ucuz filmler.
Bugün bunca içimi dökmeme neden olan şey 'Alcatraz Kuşçusu ' filmidir. Yıllar önce babamın gece vakti denk gelip, hepimizi susturup izlediği film. Benim dikkatimi çeken kuşları besleyip büyüten sabırlı adamdı o zaman . İnsan duygularına bu kadar dokunabilen, gerçek bir hikaye olduğunu çok sonra öğrenecektim.
Bunun saçma - sapan bir nostalji havası gibi algılanmasını istemem, anlatmak istediğim esasen şudur ;
Tüm bu yayınlar - ki o kadar da eski değil- yirmi yıl gibi bir süreçte nasıl bu denli değişir ve hızla yozlaşmaya başlarız böyle ?
Evet, herzaman gereksiz, içi boş şeyler vardı, varlar , var olmaya devam edecekler. Ama seçkin ve akla hitap edenleri de vardı bir zamanlar. Beni ve nicelerini düşünmeye , anlamaya , anlatmaya teşvik eden ve bambaşka dünyaların kapılarını aralayabilen. Bugünkü takip noktalarımız ve sığlığımız bu yüzden dokunuyor bu kadar bana.
Benden sonraki jenerasyonun konuştuklarına, davranışlarına ve cahillikleriyle övünmelerine bu yüzden kızıyorum. Yirmi yaşında bir genç hristiyan biri için 'dinsiz, Allah'sız diyebiliyor rahatça. Yada ibadet eden müslüman etmeyen müslümana söyleyebiliyor bunları . Empatiden bu denli yoksun , hissiz olmalarına üzülüyorum.
Bu fikir yapısında çocuk yetiştiren anne -babalara bu yüzden söylenip duruyorum.Dünyayı, insanları , duyguları, inançları ve önem arz eden diğer her şeyi nasıl bu kadar ucuz tanıttınız?
Nasıl bomboş, tertemiz kağıtlar gibi olan zihinleri böyle simsiyah , rezilce karaladınız ?
Bir zaman dilimi kaçırdığım ; ne çok uzun , ne çok kısa . Zaman anlamaya çalışmakla meşgul olduğum bir kavram , geçiş hızı daima beni yanıltır. Ne kadar çok şey kaçırdım da böyle hayrete düşüyorum? Tek bildiğim eskiden böyle olmadığı ve bunun da 'çok eski' bir zaman dilimi olmadığıdır.
Şimdi iki satır dudağımda ; ellerimden kayıp giden tutamadığım zamana , Alcatraz hapisanesinin 'insan mahkumuna' , bana ve babama Furuğ Ferruhzad ' ın kan damlayan kaleminden ;
'Budur benim payıma düşen ,
Benim payıma düşen ;

Bir perde asılmasının benden çaldığı gökyüzüdür.'

Yorumlar

Popüler Yayınlar