EVLİ, MUTLU, ÇOCUKLU..
Yaklaşık sekiz yıllık bir evlilik sürdürmemden mütevellit
elbette evlilik müessesesi üzerinden birkaç kelam etme hakkım mevcut. Bu saçları
değirmende ağartmadık diye bir tabir var ya hani, bende elbette bu fikirlere
babamın evinde otururken kapılmadım..
Evlilik güzel
şey, sevgisi, saygısı, birlikte bir olma
duygusu, ‘evrende bir biz varız’ haleti ruhiyesi falan, insan arada böyle
hissiyatlara kapılmazsa olmaz ama son dönem için iç burkan bir detaydan bahsetmek
istiyorum şimdi. ‘ Evli, mutlu, çocuklu’ kisvesi altındaki kimseler.
Efendim son yıllarda özellikle hafta sonları avm, park ,
restoran, cafe vs. gibi bilumum sosyalleşme çabası içine girilen alanlarda bu
çiftlerin mutsuzluk enerjileri ile çevrelerindeki insanları da bir kara delik
gibi içine çektiğini fark ettim. Bu örnekler genel olarak şöyledir ; karı –
koca önlerinde bir bebek arabası, yanlarında da mini mini yürüyen bir çocukları
daha soluğu avmde alırlar, geneli alt ve orta sınıfa ait oldukları için alış –
veriş furyası içinde de değildirler, fazlasıyla aşina oldukları vitrinlere
bakar, hemen hemen birbiri ile hiç konuşmaz, asık suratlarla etrafındaki
kendilerinden iyi durumda olduğunu düşündükleri insanlara delici bakışlar atarlar.
Korkunç iletişimsizliklerini bozan tek unsur çocuklarına
verdikleri telkindir; yetişkin bir insanı dahi hasta eden atmosfer ve kalabalık
elbette minnacık çocukları bezdirir, bebeklerin viyak viyak ağlaması boşuna
değildir. Peki muhteşem ilgili anne – babalar ne yaparlar bu durumda ? 'Yapma,
etme, sus, aaa başladık yine' gibi telkinlerle çocuğu daha da çileden
çıkarırlar. Etrafından gelip geçen insan seline aldırmadan gürültüyü sürdüren
ebeveynlerin bir huyu da eti koparılmışçasına bağıran çocuğa bakan birine ‘ne
bakıyorsun ayı mı oynuyor’ der gibi bakışlarla karşılık vermesidir. O an her
şey normaldir çünkü, anormal olan tek şey ‘bir sorun var ‘galiba dürtüsüyle
bakan ademoğludur.
Bununla sınırlı değil elbette, babalarda sık görülen vücut
dili ‘bu çile ne zaman biter’ tavrıdır, çünkü haftanın altı günü köpek gibi
çalışıyordur, belki de yeni aldığı ev ya da arabanın kredisi nedeniyle pamuk
ipliğinden su içiyordur, muhtemel tek
izin günü olan bir günü bu eksende geçireceğine evinde dinlenmekle ya da bir
arkadaşıyla sohbet etmekle geçirmek istiyordur.
Annelerde görülen vücut dili ‘benim istediğim olacak, oldu
ve olmaya devam edecek’ tavrıdır. Genellikle almak istediği şeyleri alamaz,
istediği tam olarak o iç bayıltan gezme de değildir ama bu kadınlarda genel
olarak bir nefret vardır ; yanındaki
adama, yaşadığı hayata, sahip olduklarından memnunsuzluğa kadar. Daha fazlasını ister hep, olmaz,
olanlar da üzerinde yamalı bir giysi gibi durur. İstediği olmadıkça
hiddetlenir, mutsuz olur. Yegane mottoları da şudur ; bunlar evlenerek şeref
bahşettikleri adamdan her şeyi istemeye hakları olduğunu sandıklarından ,
‘zaten bana yaşattığın hayatı beğenmiyorum , mutsuzum, ben mutsuzsam sen de
mutsuz olacaksın’ diyerek milim milim hem kendi , hem zavallı eşlerinin
hayatını zehirlerler.
Çocuk ya da çocukların ekseni de genel olarak şudur ; anne çalışıyorsa en yakınındaki anneanne ya da
babaanne sanki hiç başka planı ya da düşüncesi yokmuş gibi çocuk bakıcısı
yapılır. Öyle ya anne – baba çalışıp biricik evlatlarına muhteşem bir gelecek
hazırlayacaktır. Eğitim malumdur, ülke şartları ona keza. Kazançlarının
hesabını yapmadan özel okul, bale, piyano artık Allah ne verdiyse
göndermelidirler çocuklarını, hatta öyle ki onların çocukları emsal tüm
çocuklardan üstün olmalıdır. Proje genel olarak budur ama evdeki hesabın da çarşıya
uymamak gibi bir huyu vardır..
Diyeceksiniz ki 'durum bu kadar umutsuz mudur yani' ? Öyleyse
kimse evlenmesin, çocuk da yapmasın falan filan .. Elbette demek istediğim bu
değil, olamaz. Ben geniş bir ailede büyüdüm, aile olmanın nasıl güzel bir şey
olduğunu yaşadım, mesele aile müessesesine sayıp sövmek değil, ama kimse de
eskisi gibi bir aile kavramının devam ettiğini söylemesin.
İnsanlardaki antropologlar, sosyologlar tarafından açıklanamayan bu huy
ve davranış sistemini açıklayacak değilim. Anlamadığım tek husus bunca içinde
olmak istemediği ya da içinde memnun olmadığı bir hayat içine neden girdikleri
ya da neden kalmak istedikleridir. Ve üstüne üstlük üreyerek bu zincire neden
bir halka daha takmak istedikleri konusundaki ısrarlarıdır.
Yetiştiğim aile koşulları ben on iki yaşıma kadar
ortalamanın çok üzerindeydi ve belli gerçeklerin farkında olmadan büyüdük
diyebilirim. O yaş grubundan itibaren ise yaklaşık yirmi bir yıldır takip eden
süreçte ekonomik koşulların insan yapısı, eğitimi, sosyal çevresi ve geleceği
konularında nasıl da can alıcı bir noktada olduğunu anlama fırsatım oldu. Şimdi
bu konuda birkaç çıkarım yapıyorsam bunların nedeni tüm resmi bütünüyle görmüş
olmamdan kaynaklanıyor. Uzun sözün kısası ;
Bu tüketim ve teknoloji çağında, bu ekonomik dar boğazda, eğitimin
özel eksende ilerlemesinin mecbur kılındığı bu zamanda ‘ortalama ve altında
gelir düzeyi’ içindeki tüm ailelerin çocuklarını ‘nitelikli işçi ‘ olarak yetiştirmekten
başka bir şey yapamayacağı aşikardır. İçinde bulundukları şartları nice
zorlasalar da yapılabilecek olan budur. Ve bu döngü içinde harcamak zorunda
oldukları yaşamlarının paha biçilmez burukluğunu topluma lanse etmeleri
kaçınılmazdır.
‘Ne yapacağını bilmiyorsan , ne yapmak istemediğini
bilmelisin’ minvalinde bir cümle vardır. Kendi adıma toplumun bu sürü
psikolojisine sırtımı döneli uzun zaman oluyor, çoğunluğun tasvip edip
onayladığı ve özerk isteklerimden bağımsız olan normları reddediyorum. Allah’ın
vermiş olduğu muhakeme yeteneğini kullanmayı tercih edeli beri bu kararlar
kaçınılmaz oldu. İyi bir birey yetiştirmenin ilk koşulu olarak öncelikle iyi
olmayı seçiyorum ; ben iyi olduğum sürece çocuğumu iyi yetiştireceğimi
biliyorum. Mutsuzluğu, kaygıyı paylaşacağım bir yeni yetmeye daha gerek yok
çünkü. Sonrasında olası en iyi ekonomik koşullar olmadan onu dünyaya getirmenin
haksızlık olacağının farkındayım ve sonuna kadar bunu savunacağım. Benim
irademle dünyaya gelecek olan bir Can’a öncelikle bunu borçluyum, onu bu kadar
karanlık bir yaşama başlatmadan önce gerekli önlemleri almak zorundayım. Bunlar düşünülmesi mübrem olan ayrıntılardır;
düşünme yetimiz mütemadiyen üreyen canlı formundan bizleri bağımsız kılmıştır,
değil mi ?
Dilerim her
yetişmekte olan ve yetişen bireyler, geleceğin bağlı olduğu genç güruh bu
gerçeklerin farkına varırlar. Evlenmek ve çocuk sahibi olmak güzel bir
gelişimdir insanlar için. Ve kolaydır.
Fakat bu gelişimi sırtlanıp götürmek başka bir olaydır. Yoksa her hafta
sonu bıkkın ve yorgun ruhumuz ile avmlerin florasan ışığı altında ‘sosyal’ olma
endişesi ile çocuklarımızı sürüye sürüye gezinen mutsuz ebeveynler olmak ,
acınası ve üzülesi durumlara düşmek işten bile değil.
Haksız mıyım ?
Yorumlar
Yorum Gönder