SUÇ VE CEZA
Başlığa bakınca Dostoyevski’den öykündüm , dünyanın en iyi
edebi karakterinden biri olan Raskolnikov’u bir de benden dinleyin diyerek
döktüreceğim anlaşılmasın. Rus edebiyatı külliyesini henüz lisede hatmetmiştim.
Neden bilmem , hala zaman zaman bazı bölümleri tekrar okuduğumda da daha dün
okumuşum kadar imgelemlerin canlı olduğuna şahit olurum. Hazıfanın sırrı ne
acaba ? Ama derdim bugün iç bayıltan hele de dünya edebiyatına ilgi duymayanlar
için ‘ bu ne şimdi’ dedirtecek bir şeyler karalamak değil. Suç ve ceza
kavramını öyle çok irdelemişim ki semavi dinlerdeki temel dinamiklerden tutun
da , gündelik yaşamda hatta bir çocuk eğitiminde etkin faktörü nedir ne
değildir diye kafa yormuşumdur. Anneme göre ‘ ipe sapa gelmez şeyler düşünme,
sanane milletin derdinden ‘ dediği hususlar olabilir, benim derdim yaşam
doneleri olmuşsa suç benim mi yani? Suç benimse cezam ne peki ?
Basit bir örnek olabilir, ama toplumca her suçun bir cezası
mevcuttur, yasa sistemi bunu kanıtlar. Öyle ki yazılı olmayan kanunlar da
vardır, bunlar dini motiflerin bezeli olduğu, kişinin yargı sistemi bütünüdür.
Yani en yalın haliyle toplum normları dışına çıkan her kimse toplum tarafından
yargılanır ve cezalandırılır. Buraya kadar her insanın bünyesinde
barındırdığı iyilik – kötülük saflarında
neden kötülüğün pek görülmediği anlaşılır, kötülük gözle görülmemesi gereken
yerlere hastır ; yalnızken ,kimse
yokken, kimse duymazken gibi . Işığa ve insanlara yaklaştığında herkes melek
kesilir. Çünkü kimse cezadan nasibini almak istemez.
Burada tek bir şeyi düşünürüm ; Allah’a inanıyorsak eğer (ben inanıyorum) bizi
cümle mahlukat görmese dahi o görüyor,yaptığımız kötülüğü kimse bilmese de
bizlerin hanesine yazılıyor. Hal böyle olunca aklımı şu paradoks kurcalıyor ; biz Yüce Yaratıcı’dan ve onun bize keseceği
cezadan korkmuyoruz ama O’nun yarattığı aciz insanlardan korkuyoruz , ne ilginç
.
Birde iki yüzlü modeller var; karanlıktan gün ağarana kadar
seciyesinde türlü değişimler olur . Bu gün ak dediğine yarın kara der. Biriyle bir halt eder , sonra da parmağını karşısındakine diker ‘sen
yanlışsın’ diye. O kadar traji komik ki gülmeden edemiyorum.
Bizdeki eğitimin adını tam koyamıyorum. Babamızı severdik
ama çekinirdik de ve sözleri hep bıçak gibi keskin, iz bırakan cinsten olurdu.
Annemiz de tahammüllü bir kadın değildi, bu nedenle hep çeki –düzen konusunda
tedbirli, istikrarlıydık. Bizde inkar, ispiyon gibi şeyler olmadı. ’ Anne, baba
,abim böyle yaptı ‘ dersem babamın ne diyeceğinin daha beş yaşındayken
bilincindeydim. Abilerim de de durum aynıydı. Bir kabahati işlediğini kabul
etmek demek senin Allah’a saygın demekti. Bunu iki farklı olayla aklıma
kazıdılar;
Büyük , azametli bir
salonumuz vardı toplamda dört büfe, iki kitaplık. Bir alay biblo, bardak, çanak
tabak annemin biraz da gösteriş merakı yüzünden salonu kaplamıştı. Bizimkiler
de Alamancı görgüsüzlüğü yoktu belki ama annemde içten içe başkasının evinde
olmayan şeylere sahip olduğundan bir ince kibir vardı. Gözü gibi bakardı evine,
bir küçük parça yer değiştirse bile fark ederdi hemen. Henüz bilincimin
açıldığı yıllar dört yaşındaydım sanırım, bunca bilgi taze belleğime kazılı,
annemden ve eşyalarından mümkün mertebe çekiniyorum. Bir sabah herkes kahvaltı
yapıyor, ben yemek yemeden yaşayan bir çocuk olduğum için vakit geçsin diye
evde dolanıyorum . Annemin büyük masada
duran iki büyük, ağır , zümrüt yeşili kristal kül tablaları var. Ama ne kül
tablası, kafam kadar. Birini elime alıp evirip çevirdim, cama doğru tuttum ,
ışık yanılsamaları gözlerimi kamaştırdı. Biraz daha yükseğe çıkarmak istedim,
bir yandan ağırlığı , bir yandan ışığı derken elimden kaydı ve masada duran
diğer tablanın üzerine düştü. İkisi de parçalandı. Bir korkuyla önce ses gitti
mi duydular mı diye mutfağa gidip
baktım, kimse duymamış . Bu kez delilleri yok etmek gerek diye başladım bir
lokmacık ellerimle kocaman keskin cam
parçalarını toplamaya. Bir iki parça alsam iki elimi dolduruyor, bahçedeki çöp
kutusunda annem göreceği için evin
karşısındaki Caminin avlusuna
gidiyordum. Orada boş tenekelere toplamda altı git gel ile delilleri götürdüm.
Ellerim kanamıştı, dolaptan pantolonumu tutup bastım, canım acıdıkça korkum
baskın geldiğinden ağlamadım.
Kahvaltı bitti, ailecek bağa gideceğiz, ellerimi saklıyorum
. Anneme ‘ben gelmek istemiyorum, Şadiye Halama bırakın beni ‘ diyorum. Annem
şaşırıyor, ben ki ‘ bağa gidilecek ‘denince herkesten önce motorda babamın yanında
yerimi alırım. Bunda bir gariplik var, besbelli. Annem üsteliyor, ‘ama bak
piknik de yapacağız’ diye, içim gidiyor
ama ‘ben halama gitmek istiyorum’ diyorum. Bu kez annem üstümü değiştirmek
istiyor, ‘böyle gitmek istiyorum ‘deyince film kopuyor, annem ellerimi görünce
‘naptın sen ‘ diye bağırmıştı.
Babamla bir hışım sağlık ocağına götürdüler, aynı zamanda
ebe annem de olan Aliye Hemşire ellerimdeki
kıymıkları temizleyip bir güzel pansuman yaptı. Eve döndük.
Başladı sorgu sual . ‘Nasıl kırdın ‘ilk soruydu ,’ ben
kırmadım ‘ dedim. Annem başladı
gülmeye..
-
O kırmamış, Dino geldi kırdı o zaman.
(Dino canım, hani Taş Devri’ndeki şu sakar dinozor yok mu J )
Babam ciddi ciddi ;
-
Ne yapıyordun kızım kül tablalarıyla, cam
eşyalarla oyun yok demedik mi ?
‘Ben oynamadım’ deyince babam kükredi.
- Yalan yok ….! Yalan söyleme, ne sen aptal ol, ne
biz olalım. Söyle nasıl kırdın …!?
Ağlamaya başladım, bir kez daha kükredi.
-
Ağlamaa..! Bir şey yaptığın zaman ağlama, söyle
adam gibi ben yaptım diye, yiyecek miyiz seni, ne var bunda kızım ?
Ağlamaklı bir sesle ;
-
Ben yaptım ,dedim . Bu benim ilk yalanımdan sonraki itirafımdı.
Anlattım nasıl olduğunu. Hiçbir şey olmadı. Sadece yalan
söylediğim için ceza verildi ; o gün ne bağa gidebildim , ne halama ,ilk ev hapsim
yaklaşık beş saat yatak odasında kilitli kalmaktı. Boyama yaptım,
oyuncaklarımla oyun kurdum ve onlara yalan söylemenin kötü bir şey olduğunu
anlattım.
Kısa bir süre içinde ikinci vakam patladı ; komşumuzun kızı Güzin abla ile bakkala gittik, annem Güzin ablaya para verdi, istediği üç – beş ihtiyacı alınacak, ama tembihledi ‘sakın çikolata almayın’. Süt dişlerim çürümeye başlamıştı, tatlı yediğimde canım acıyordu. Hele ki çikolata.
Güzin ablama yolda akıl vermeye başladım ;
-
Güzin abla
-
Hıı
-
Annem çikolata yok dedi ya
-
Ee ?
-
Bak şimdi, bir tane küçük altın çikolata alırsan
parası çok az , anlamaz aldığımızı.
-
Olmaz , annen yok dedi.
-
Ama küçücük.
-
Olmaz.
-
Nolur Güzin abla
-
Olmaz dedim.
Hain Güzin abla bakkalda gözünün içine baksam da oralı
değildi. Onlar bakkal amcayla alış veriş uğraşırken , ben cumhuriyet altını
şeklinde kaplanmış minik çikolatalardan bir tane alıp cebime attım.
Yolda giderken Güzin ablaya baktım , acaba beni görmüş müdür
diye, yok gayet normal görünüyor. Eve varınca annem pek memnun oldu, baktı ki
ben de zırlamıyorum. Ama unuttuğum bir şey vardı ki annem çok dikkatli bir
kadındı, gelir gelmez ‘odama gidip oyuncaklarımla oynayacağım’ lafı benden beklenen
bir şey değildi, ben Cami avlusunda oynamak isterdim hep, garipliği sezen annem
odada beni çikolatayı tam yiyecekken yakaladı.
-
Bu ne ?
-
Altın çikolata annecim.
-
Güzin nerede ? Alınmayacak demedim mi ?
-
O almadı, bakkal amca giderken verdi.
-
Ver bakalım şunu, yemeyeceksin dediysem
yemeyeceksin.
-
Ama anneeee!!!
Binbir zorluk, çile ve sıralı yalana sebep olan çikolata
bana yar olmadı , iyi mi ? Başladım ağlamaya..
Bu durumun ortaya çıkması uzun sürmedi, hain Güzin abla
bakkal amcanın çikolata vermediğini annem sorar sormaz söylemiş. Çıktık yine
huzura, bu kez öncekinden önemli bir mesele var, hırsızlık..!
Babam o gün içki dolabından bir koca paket çikolatayı
çıkarıp masaya koydu.
-
Senin dişlerin çürüyor, canın acıyor diye yasak
dedik, sen kalkıp çaldın öyle mi? İlk ceza bu paketin hepsini yiyeceksin ki
akşama ağrın başlayınca ağzını açarsan bu kez dayak var. Yaptığın şeylerin
sonucuna katlanmayı öğren bakalım. Bu yaptığın çok çirkin kızım, ha bir
çikolata çalmışsın ha adamın dükkanını , hiç fark yok biliyor musun ? Hırsızlık
böyle bir şey.
Tatlı görünen cezam başımı çok ağrıttı, gece çenem sökülür gibi sızladı, bir paket çikolatayı yemenin bahtiyarlığı buharlaşıp uçtu. Bir de annemin günah
üzerine gözümü korkutması vardı, şimdi ben o çikolatayı çaldım ya, öbür dünyada
ben yapmadım desem de ellerim yaptı diyecekmiş. Aman Allah’ım, ellerim
konuşacakmış..! Nereden çaldım o çikolatayı, bunun tek yolu gidip bakkal
amcanın rızasını almakmış.. Annemle alış veriş yaptık bir gün , uzaktan
akrabamız da olan bakkal Adnan amcaya bir çikolata aldığımı , çok üzüldüğümü
söyletti annem, eve giderken günahımın affedilip affedilmediği sorduğumda ‘ kul affetti, Allah affetti mi bilemeyiz’ dedi. Ne zor , ne sıkıntılı işmiş, çok
üzülmüştüm.
Bu iki olay benim belleğimin yeni kayda başladığı
zamanlardan kaynaklı olacak dün yaşamışım gibi net ve berraktır tüm detaylarıyla.
İlk suça, cezaya dair çıkarımlarımdır, oldukça etkilendiğimi söylememe gerek yok
sanırım.
Bundan sonra aklım erdikçe çokça konuştuk babamla, çokça
tartıştık. Onunla bir noktada anlaştık ; vicdanı huzursuz eden bir şey varsa,
orada yanlış yapılmış bir şey vardır ve ondan kurtulmanın ilk koşulu hatanı
kabul etmek ve akabinde pişman olmaktır.
Dürüst olmak hayatı kolaylaştırır, kabahatin ne olursa olsun
inkar etmek, yalan söylemek, suçu ona buna sallamak (kalbinde dahi olsa )
alçaklıktır ve hatanın devamından başka da bir şey değildir. Asıl olan ‘benim
hatam, pişmanım ve tekrarlamayacağım’ demektir. Çember böyle kapanır, böylelikle
bir suçtan azad olunur.
Ceza kısmına gelirsek.. Anlayana sivri sinek saz, anlamayana
davul zurna az değil mi ? Algısı yüksek birinin ceza almasına dahi gerek yok,
vicdanı onun cezasıdır. İçinde
yaşayacağı azap ona yeter de artar bile. Diğerleri için de fazla söze gerek yok,
nasılsa yaşamın bir yerinde vicdanlarını sızlatacak bir şey yaşayıp öğrenirler,
kimse bunu öğrenmeden ölmüyor.
Pek sevgili Raskolnikov’a selamlarımı iletmeden
bitirmeyeyim, onunla başladık alakasız olsa da onunla bitirelim;
-
‘Hayat çok usta bir yalancı’ dedi Raskolnikov.
Yorumlar
Yorum Gönder