Bir sabahın hiçliğine uyandım; rüyam sanki tatsız bir beyazlıktan ibaretti;
ne bir ev, ne bir insan, sadece boşluk. Sokaklar yoktu, ışıkları da öyle. Saatlerin
akrep ve yelkovanı kopuk. Bir şey anlatıyor bana tüm bunlar, sanırım ölüm de
böyle bir şey olacak; zamansız, insansız, insafsız ve tatsız..
Bir Bergman filmine sıkışıp kalmış gibiydi bu sabah. Bu sabahtan ziyade artık
kabuslardan vaz geçip, işi bilim kurgu ya da gerilime döken rüyalarım. 'Anne'
diye bağırıp çağırdığım, ağlayarak uyandığım geceler bitti neredeyse. Şimdi
koşmuşum, yorulmuşum gibi bir his. Nefes nefese uyanıyorum..
Üzerimizden seyrek geçen bulutlar güneşi açıp kapattıkça insan dünyanın bir an
sevinçle, bir an kederle soluk aldığını sanıyor böyle sabahlarda. Sanırım kışın
bir alameti; sanki her an açıverecek gibi gün yüzlü güneş ve yağdı yağacak gibi
bir karanlık bulut. Tezatların uyumu. Ne olduğunu asla belirleyemedim.
Aklıma üç yıl önce yazdığım bir yazıyı getirdi, çok melankolik bir zamanda
yazmıştım J
'- İnsan bir yeri sevmez, orada olan bir nedeni sever. Bir insandır bu çoğu kez,
başka türlüsü anlamsızdır. Bir şehri sevmezsin, bir denizi, bir dağı sevmezsin.
Orada yürüdüğün insanı seversin, o denize girdiğin, o dağda yürüdüğün insanı.
İşte o zaman anlam kazanır yürüyüp geçtiğin yol. Çünkü onun yürüyüp geçtiği
yolu seversin. Basıp geçtiği çimeni, dinlediği şarkıyı, okuduğu şiiri seversin.’
Bu sabah bu satırlar üzerine düşününce hayatın bizleri sonsuz bir
kudretle yormaya programlandığını fark ettim. Bizler burada yani dünyada
kendimizi güzel harcamak üzere bulunuyoruz, bu harcamada verdiğimize güzel bir
karşılık almak için. Çünkü almadan vermek Allah’a mahsus; sonsuz emek
vereceğiz ve güzel anılar biriktireceğiz. Tüm bunların arasında geriye dönüp
baktığımızda bazı insanları diğerlerinden ayıracağız. Onlar içimizde bir yerde
ne ölebilecekler, ne de sağ kalacaklar. İfade etmesi zor, varla yok arası gibi,
azla çok arası gibi, aslında izahı olmayan bir ölçü gibi olacaklar. Ölçüsüz,
kaidesiz, kuralsız ve hep bir parça uzak ve karanlık kalacaklar.
Önemli bir şey idrak edeceğiz; kusursuzluğun olmadığını. Bu en mühim
öğreti. Kusursuzluk yok ve hiç olmadı. Her şeyin ve herkesin o bir parça
kusurla güzelleştiğini göreceğiz. İyi ve kötünün sonsuz kapışmasında daimi
olarak başucumuzda bizi ikna etmek için çabalayan meleklerin uğraşına şahit
olacağız. Ying - yang gibi, dengenin bu şekilde var olacağını anlayacağız.
Sonsuz iyilik ve merhamet yok, hiç olmadı. Tıpkı sonsuz kötülük ve
acımasızlığın olmadığı gibi. Bu iki duygu da bizim kalbimizde her zaman vardı,
biz hangi noktada ne olmak istediysek onu olduk bilinçli bir şekilde.
Yaşamımızda hiç bir şey istemeden, istem dışı olmadı, biz seçtik, biz
uyguladık. Sonuç; öğrendik. Öğrendikçe neyin kıymetli, neyin çabalamaya
değmeyecek olduğunu anladık.
Pinhan gizlenmiş manasında kullanılır, içte kalan, saklı demektir. İçimde
sakladığım bir şey var mı diye baktım kendime bu sabah, yok. Söyleyeceğim
sözleri söylemişim, içimden gelen hali savurmuşum düşünmeden, kıracağım
kalpleri kırmışım fütursuzca, alacağım gönülleri almışım itinayla. Ne mutlu
bana..!
Gün gelip de son yıllarda yaşadığım onca kederden sonra bu kadar
güçleneceğimi, kendime yeteceğimi ve içimdeki savaşlara son verip, yaşamın
ahengine katılacağımı söyleselerdi bana inanmazdım. Babam söylerdi buna benzer
şeyler, ona da asla inanmadım, inanmak istemedim, ama oldu.
Şimdi artık yaşamın pamuk şekerden bulutlarla güneşli bir manzarayı izlemek
gibi bir şey olmadığını biliyorum.
Şimdi artık yaşamın kapkaranlık bir gece gibi kuşatan ve bilinmezlikle
korkutan bir manzara olmadığını biliyorum.
Şimdi artık bildiğim şey ben nasıl istersem öyle olacağı ve hiç kimsenin
bir daha benim görüş açımı bulandıramayacağı.
Kalbim korkunç bir çarpıntıyla sarsılmayacak, gözlerim ışıl ışıl
parlamayacak, artık bunlarla mutlu olmaya niyetim yok..!
Bir ters bakış, ters söz beni kahredemeyecek, artık bunlarla mutsuz olmaya
niyetim yok..!
Rüyadan uyandığımda biraz endişeliydim, bir şey arıyordum rüyamda,
bulamamaktan korkuyordum. Bunun ne bir insan, ne bir hissiyat ne de hiç bir
vakit zerrece önem vermediğim maddi bir arayış olmadığını anladım bu sabah.
Aradığım şey zamandı. Akrep ve yelkovansız saatler bunu anlatıyordu bana. Günün
birinde hoyratça harcadığım zaman olmayacaktı. Korkumun asıl nedeni buydu.
Elimdeki zamanı tuttum sımsıkı; yaşam çok güzel, çıldırmış gibi esen
rüzgarlı bir günde bile. Kıyamet gibi yağan yağmurda, gecenin en karanlık
anında, hiç bitmeyecek sandığımız zamanlarda bile. Her şeyin akıp giden bir
sisteme bağlı olduğu, kaçırılan fırsatların, insanların, paranın, ne bileyim
muhteşem bir anın değil de asıl giden zamanın geri gelmediği, tersine çevirmesi
mümkün olunmayan tek yönlü giden bir sistem. Anlamak çok zor değil ama bazen
uçup gidiyor ya aklımızdan, işte en çok hatırlanması gereken, gizlenmiş olan,
pinhan denen sır bu.
Yorumlar
Yorum Gönder