SESLER, YÜZLER, SOKAKLAR..
Akla hayale sığmayan ve bilimin kısmen açıkladığı boşlukta seslerimizin kaybolmadığını, sonsuzlukta yankılandığını öğrendiğim gün pek mutlu olmuş, insanın sonsuzluk çabasına bir karşılık olarak Tanrı tarafından bu hediyenin verildiğini düşünmüştüm. O zaman sanırım biraz küçüktüm, sonra büyüdüm ve düşlerim bedenime kıyasla ufalmaya başladı, evvelce bedenimden büyük kalp de ufaldı, boyutunda çarpmaya başladı. Pek çok kez makarasını yaptık bu konunun, düşündüm de şöyle birbirinden saçma sesler uzay boşluğunda sallanıp duruyor gereksizce ; bir pazarcının narası, doğum yapan bir kadının nidası, ağlayan bir kadının fısıldar gibi tekrarladığı bedduası, eve geç kalan oğluna bağıran bir babanın gürleyişi, felsefeden dem vuran birkaç üniversitelinin saçmalayışı falan. Her şey boşlukta dolanıp duruyor, hiç biri yok olmuyor, olamıyor. Tanrı’nın hediyesi mi cezası mı pek seçilemeyen bu kararı ile tüm sözlerimiz mühürlenerek askıya alınıyor, bize tekrar dönme olasılıkları da bu yüzden galiba...